Araklı ASM

Araklı ASM

Salı, 14 Ocak 2014 07:57

AHPİD KOMİSYON KARARLARI

 

 

Salı, 14 Ocak 2014 07:55

BEYAZ BASTON KÖRLER HAFTASI

Dünyada her yıl Ocak ayının ikinci haftası Beyaz Baston Körler Haftası olarak kutlanmaktadır. Kamu Kurum ve Kuruluşları ile Sivil Toplum Örgütleri yaptıkları etkinliklerle göz sağlığının önemini vurgulayarak, görme engelli kişilerin bu durumdan kaynaklanan sorunlarına çözüm yolları geliştirmeye çalışmaktadırlar.

 

Beyaz Baston, körler için ayırt edici bir özelliktir. 1921 yılında bir trafik kazası sonucu kör olan bir fotoğrafçı, çevredekilerin kendisinin kör olduğunu anlaması ve dikkat çekici olması için bastonunu beyaza boyayarak dolaşmaya başlamıştır. Bu deneyim o denli başarılı olur ki, 1931'de Fransız Körler Örgütü, körlerin bastonunun beyaza boyanmasını ve beyaz baston adıyla simgeleştirilmesini kararlaştırmıştır.

 

Baston kullanımı, görme engellilerin çarpma, düşme, yaralanma, sakatlanma riskini azaltmaktadır. Baston kullanımına, engel meydana geldikten sonra başlamak bastonu benimseme yönünden önemlidir. Yürüyüş, fiziksel aktivite vb. etkinliklerde bulunan engellilerin motor becerileri daha çabuk gelişir. Vücut organları daha sağlıklı olur. Kendilerine güven duygusu artar. Sosyal etkinliklere daha fazla katılabilir ve bağımsız hareket edebilme yeteneklerini artırırlar.

 

Dünyada 10 milyon kadar kişinin, çoğunlukla önlenebilir nedenler yüzünden görme yeteneğinden yoksun kaldığı sanılmaktadır. Bu nedenle göz muayenesi önem arz etmektedir. Zamanında teşhis ve tedavi ile birlikte birçok göz hastalığı engellenebilecektir. Hastaların bu konuda duyarlı olması, en küçük bir şikâyeti dikkate alması göz sağlığı acısından çok önemlidir. Özellikle periyodik göz kontrollerinin yapılması ile birçok göz hastalığı erken teşhis edilecek ve gereken tedbirlerin alınması sağlanacaktır. 

 

Göz muayenesi, doğumdan hemen sonra, 6 aylıkken, 3 yaşındayken, okula başlamadan önce, okul süresince her yıl olmalı, yetişkinlerde ise 1 ile 3 yıl aralıklarla yapılmalıdır.

 

Engelli insanların hayat kalitesini yükseltecek ve kolaylaştıracak faaliyetlerin kurumlar kadar toplum tarafından sürdürülmesi ve desteklenmesi gerekir. Engellilerin toplumla kaynaşması moral ve motivasyonlarının yükselmesi acısından önemlidir. Engellilere sadece bu haftada değil yaşamları boyunca destek olmalıyız. Bugün hiçbir sağlık problemi olmayan kişinin, yarın çeşitli nedenlerle engelli olmama garantisi yoktur.

 

Trabzon Halk Sağlığı Müdürlüğü olarak Beyaz Baston Körler Haftası vesilesiyle, bütün insanlığa engelsiz ve engellerin farkında  bir yaşam diliyoruz.

    

 

    Dr.Köksal HAMZAOĞLU

Trabzon Halk Sağlığı Müdürü

Trabzon Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından, Verem Eğitim ve Propaganda Haftası nedeniyle, 7 Ocak 2014 tarihinde saat 17.00’de, Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezinde"Kronik Öksürükle Gelen Hastaya Yaklaşım” konulu bir konferans düzenlenecektir. 

 

Tüm halkımız davetlidir.

Perşembe, 05 Aralık 2013 15:54

Ergene Yaklaşım

Ergene Yaklaşım

 

Adolesanlarda belirgin olarak fiziksel, cinsel, bilişsel, sosyal ve ruhsal değişiklikler olur ve bunlar adolesanlarda, ailelerde, sağlık personelinde, öğretmenlerde ve toplumda çeşitli zorluklar oluşturur. Bu yaş grubuna hizmet verenler için en büyük zorluk, bu değişikliklerin hepsinin eş zamanlı olmamasıdır. Örneğin, pubertesi daha erken yaşlarda başlayan, fiziksel ve cinsel gelişimi neredeyse tamamlanmak üzere olan bir ergen, bilişsel ve ruhsal açıdan hala bir çocuk gibi davranabilir.

Tam tersine, pubertesi daha geç yaşlarda başlayan bir ergen bilişsel ve ruhsal açıdan daha olgunken, cinsel gelişimi henüz başlangıç evrelerinde olabilir. Ayrıca aynı yaştaki ergenlerin hepsi aynı gelişim basamaklarında olmazlar. Pubertenin başlangıcı ve ilerlemesinde belirgin varyasyonlar olabilir.

Bu nedenle ergenlerle çalışan meslek gruplarının ve ailelerin bu gibi bireysel farklılıkların bilincinde olmaları gerekmektedir.

Adolesanlara verilen sağlık hizmetleri de, yaş ve gelişimsel düzeye uygun olmalıdır. Sosyokültürel farklılıklara ve bireyselliğe duyarlı olmalıdır. Adolesanlar ile ilgilenen doktorlar, görüşme ve muayenelerindeki gizlilik ilkesini sağlamalıdırlar.

Ergenle ve ailesi ile mutlaka ayrı ayrı görüşme ortamı sağlanmalı ve ailesinin yanında konuşmak istemeyeceği problemleri de sorgulanmalıdır. Öykü alırken, konuşmaya en az kişisel sorular ile başlanmalı, yeterli diyalog sağlandıktan sonra benzer soruların diğer ergenlere de sorulduğu açıklanarak kişisel sorunları ve riskli davranışları gündeme getirilmelidir.

Bütün bunların yapılabilmesi için ergen görüşmelerine daha uzun süre ayrılmasının gerekliliği açıktır. Ergenlerin ihtiyaç duydukları güven ve saygı ortamının sağlanması, ergenin hekime açılmasının ve başvuru şikayeti yanında, gizli gündeminin ortaya konulmasının ön koşuludur. Ergene bir çocuk gibi yaklaşılmamalı, onun kendisini bir erişkin gibi görüyor olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle görüşme sırasında, açık uçlu sorular sorulmalı, gerekli yönlendirmeler yapılmalı ama iyi bir dinleyici olmaya da dikkat edilmelidir. Önerilerde bulunurken emir kipi asla kullanılmamalı, hatta eğitici rolü üstlenilmemeli, çözüm önerileri getirerek birlikte tartışılmalı ve ergene kendi kararlarını kendisinin vermesi için danışmanlık

yapılmalıdır. Sorumluluklarını üstlenebilmesi için fırsat verilmelidir. Adolesana söz hakkı vermeden, katılımını sağlamadan sağlık hizmeti yürütmek genellikle olanaksızdır.

Ergenle yapılan görüşme sırasında önemli noktalardan biri de ergeni değil, hatalı davranışını eleştirmeye dikkat edilmesidir. Ergene hatalısın demek yerine, önce olumlu geri bildirim ile yaklaşarak iyi davranışları övülmeli, ardından hatalı davranışı eleştirilmelidir.

Bu yaş döneminde arkadaş ilişkileri çok önemli olduğundan, benzer şekilde arkadaşlarını değil de, arkadaşlarının hatalı davranışlarını eleştirmek doğru olacaktır.

Cinsel gelişimin başlaması ve büyüme hızının artması ile birlikte gencin dikkati vücudundaki bu değişime çevrilir. Adolesansda bedensel ve cinsel açıdan hoşnut olunacak bir beden algısına sahip olmak ve korumak en önemli ihtiyaçlardan birisidir. Bu aynı zamanda benlik saygısının (self esteem) oluşması ve kimlik (identity) gelişimi bakımından da önem taşımaktadır. Ergenlerin bu konulardaki duyarlılıkları dikkate alınmalı ve ailelerine de,

ergenlerin bedenleriyle aşırı uğraşmalarına anlayışlı olmaları ve bunun yaşlarının gereği olduğu mesajı vurgulanmalıdır.

Gençlerin çoğu, fiziksel olarak büyümüş ve cinsel bakımdan gelişmekte oluşlarının kendilerine psikososyal bakımdan da, birkaç yıl gibi kısa sürede, bir erişkinin matürasyon ve becerisini kazandırdığı inancı ve iddiasında olabilirler. Bu nedenle, ergenler bir anda ve her alanda bağımsızlık beklentisi içinde olabilirler. Bağımsızlık çabalarının aile tarafından isyan olarak yorumlanmaması ve psikososyal gelişme düzeyleri ile orantılı olarak gittikçe artan bağımsızlık tanınması, aile ile yaşanabilecek çatışmaların önlenmesi açısından önemlidir.

Ancak bu bağımsızlık; ailenin ve toplumun değer yargılarına uygun, karşılıklı görev ve sorumluluklar ile ters düşmeyecek, aile düzeni ve imkânlarını zorlamayacak ölçülerde olmalıdır. Sağlıklı psikososyal gelişmenin en önemli şartlarından birisi de ergenin çevresinde örnek alacağı bir erişkin bulabilmesidir. Anne ya da baba iyi bir rol model olmadığı sürece sadece söylediklerinin ergen için bir anlamı olmayacaktır. Kendisi sigara içen bir babanın, oğluna sigaranın zararlı olduğunu söylemesi ve sigarayı yasaklamasının hiçbir etkinliği yoktur. Benzer biçimde ailede, anne ve babanın birbirlerine ve çocuklarına sevgi ve saygıya dayalı bir davranış modeli içinde olmaları, ergenin de davranışlarını olumlu etkileyecektir. Sürekli tartışma ortamı içinde olan ergenlerin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle psikososyal risk faktörlerinin değerlendirilmesinde mutlaka aile ile olan ilişkiler sorgulanmalıdır. Hekim de iyi bir rol model olmalı ve gerektiğinde koçluk görevini üstlenebilmelidir. Adolesans kendini kanıtlama, kabul ettirme, beğeni toplama, popüler olma arzu ve ihtiyacının çok büyük olduğu bir dönemdir. Gençler sadece ailenin değil, akran gruplarının da üyesidirler ve onlarla bütünleşmek zorundadırlar. Gencin kendi kendini bulma ve toplumla kaynaşma deneyimleri için aile tarafından fırsat tanınmalı fakat tamamen sınırsız ve denetimsiz bırakılmamalıdır. Prensip olarak yalnızca hastalığa değil, ergenin bizzat kendisine de eğilerek yaklaşılmalıdır. Böyle bir yaklaşımın, ergene yardım için yapılacak tanı ve tedavi planlamaları ve girişimlerinde, hastalığın özellik ve ihtiyaçları kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. Adolesan hekimliği, aynı zamanda koruyucu sağlık hekimliğidir.

Perşembe, 05 Aralık 2013 15:49

Yaşlılık ve Beslenme

Yaşlılık Ve Beslenme

 

I. YAŞLILIKTA VÜCUDUN YAPI VE İŞLEVLERİNDE OLUŞAN DEĞİŞİKLİKLER
Normal yaşlanma sürecinde zamana bağlı olarak vücut yapısında, organlarda ve organların fonksiyonlarında bir takım değişiklikler ortaya çıkar. Bunun yanı sıra bir kısmı vücut yapı ve fonksiyonlarındaki değişiklikler sonucu gelişen, bir kısmı da çevresel faktörlerden kaynaklanan yaşam tarzı değişiklikleri de söz konusudur. Örneğin, eşlerden birinin ölümü sonucu yalnız kalma, sosyal ilişkilerin azalması, ekonomik yetersizlikler gibi. Bu değişiklikler beslenme durumunu olumsuz yönde et­kileyerek yetersiz beslenmeye neden olabilir.

I.A. FİZİKSEL DEĞİŞİKLİKLER

Yaşlılıkta Vücutta Oluşan Fiziksel Değişiklikler şunlardır:

Vücut Ağırlığı: Genellikle 60 yaştan sonra ağırlık kazanım hızı yavaşlar. Özellikle de 80 yaştan sonra ağırlıktaki azalma daha belirginleşir.

Vücut Kompozisyonu: Vücut kompozisyonunda yaşla birlikte bazı değişiklikler gözlenir. Yağsız doku miktarında azalma ve yağ miktarında bir artış olur. 80 yaş ve sonrasında yağsız dokudaki azalma hızlanır. Kadınlarda yağsız doku miktarı erkeklerden daha azdır. Yağsız doku küt­ lesindeki azalma, kas miktarında ve kuvvetinde de azalmaya neden olarak yürüyüş ve dengeyi etkiler, düşme ve kırık riskini artırır.

İskelet Sistemi: Yaşlılıkta kemiklerdeki kalsiyumda azal­malar olur. Kadınlar, yaşlılık döneminde, yarısı menopoz­dan sonraki ilk 5 yılda olmak üzere toplam iskelet kalsiyu­munun % 40’ını kaybederler. Bu kayıp yavaşlayarak sürer. Ayrıca, eklem esnekliğinde azalma ve eklem hareketlerinde kısıtlılık nedeni ile hareketlilik azalır. Bu etki, hem besinlere ulaşmada zorluk nedeni ile yetersiz beslenme hem de fizik­sel aktivite kısıtlığı nedeni ile şişmanlık riski yaratabilir.

Su Metabolizması: Vücuttaki su yüzdesi azalarak % 60’dan % 50’ye düşer. Susama hissinin azalmasına bağlı olarak su alımı azalır. Buna karşılık vücuttan su kaybı fazladır. Su kaybı, su ve diğer sıvı besinlerin fazla tüketilmesi ile telafi edilmezse ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

I.B. ORGAN FONKSİYONLARINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER

Yaşlılık döneminde vücuttaki organların fonksiyonlarında da değişiklikler olmaktadır. Beslenme durumunu da etkileyerek yetersiz beslenmeye neden olabilecek bu değişiklikler şunlardır:

1.Tat ve koku duyusunda azalma: Tüm duyularla birlikte tat duyusunda da bir azalma söz konusudur. 65 yaş üzeri­ndeki bireylerin yaklaşık % 25’i dil ve ağız boşluğundaki tat hücrelerinin fonksiyon ve sayısındaki azalmaya bağlı olarak 4 temel tattan (acı, tatlı, tuzlu, ekşi) bir ya da daha fazlasını tanımlayamamaktadır. Tat ve koku duyusundaki azalma, yenilen besinlerden hoşlanmamaya ve iştah azalmasına neden olarak beslenme durumu için risk yaratabilir.

2.Tükürük salgısında azalma: Tükürük salgısının azalması sonucu orta­ya çıkan kuru ağız yakınması besin alımını etkiler, yiyeceklerin yutumunu güçleştirir. Kuru ağız yaşlılığın bir sonucu olmakla birlikte ilaçların etkisi ile de gelişebilir.

3. Ağız ve diş problemleri: Diş sayısında azalma ve takma diş kullanımı bazı besinlerin parçalanmasını ve çiğnenmesini zorlaştırır. Çiğnemenin güçleşmesi tüketilen besin çeşidinde azalmaya neden olarak farklı besin öğelerinin alımını engelleyebilir.

4. Yutmada güçlük: Yemek borusunun kasılma yeteneğinin yaşla birlikte azalması sonucu ağızda çiğnenen besinlerin yutulması güçleşir. Bu güçlük, yemek yeme isteğini ve sıklığını azaltabilir.

5. Mide fonksiyonlarında azalma: Yaşla birlikte midedeki yiyeceklerin boşalma hızının azalması uzun süreli tokluk hissi yaratır. Uzun süreli tokluk hissi, daha az besin tüketilmesine neden olarak yetersiz beslenme riski yaratabilir.

Tüketilen besinlerin emilimini sağlayan enzimlerin aktivitesinde ve miktarındaki azalma sonucu kalsiyum, demir, B12 vitamini ve folik asit gibi bazı besin öğelerinin emilimi azalır. Bu durum kansızlık ve sinir sistemi hastalıkları riskini artırabilir.

6.Karaciğer ve safra fonksiyonlarında azalma: Safra enzimlerinin azalması sonucu özellikle yağda eriyen vitaminlerin vücuttaki etkinliğinde düşme olur. Karaciğerden kan akım hızı azalır.

7.Barsak fonksiyonlarında azalma: İnce bağırsaktaki değişiklikler sonucunda besin öğelerinin vücutta kullanımı azalır.

8.Bağışıklık sistemi fonksiyonlarında azalma: Bağışıklık hücrelerinin çoğalması yavaşlar, enfeksiyonlara karşı vü­cut direnci düşer. Yaşlılıkta bağışıklık sistemindeki yetersizlikler sonucun­da üst solunum yolları enfeksiyonları ve diğer enfeksiyon hastalıkları ile kanserlerin görülme sıklıkları ve neden oldukları ölümler artar.

9.Sinir sistemi fonksiyonlarında azalma: Sinir hücrel­erindeki kayıp sonucu bilgi depolama, anımsama gibi yeteneklerde azalma olur. Bunama ve depresyon en yaygın görülen belirtilerdir. Bu değişiklikler besin alımını engeller.

10.Enerji metabolizması: Bazal metabolizma hızı yavaşlar. Toplam enerji harcaması ve buna bağlı olarak da kalori gereksinmesi azalır.

 

I.C. YAŞAM BİÇİMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER

Yaşlılıkta, yaşam biçiminde oluşan duygusal, fiziksel ve biyolojik değişiklikler şunlardır:

1. Yalnız yaşama

2. Eşini kaybetme

3. Aileden ya da arkadaşlardan ayrılma

4. İşten ya da evden ayrılma

5. Fiziksel engel, hareket güçlüğü

6. Yardımcı kişi ve kurumların olmaması

7. Gelir yetersizliği

8. Bağımlılık

9. Sosyal izolasyon

10. Ruhsal problemler (Depresyon veya bunama)

11. İlaç Kullanımı

Yukarıda sıralanan nedenler, besinlerin satın alınması, hazırlanması, pişirilmesi ve tüketilmesi aşamalarını fiziksel (hareket güçlüğü) ya da psikolojik (iştah azalması, yemeği reddetme) olarak etkileyerek yetersiz beslenme riski doğurabilir.

II. YAŞLILIKTA BESLENMENİN ÖNEMİ

Yaşlılığa bağlı hastalıkların önlenmesinde, geciktirilmesinde ve te­davi edilmesinde beslenme etkin bir rol oynamaktadır. Yeterli ve dengeli beslenme, fonksiyonel durumun sürdürülmesi ve sakatlıklardan korun­mada önemlidir.

Yaşlılıkta enerji ihtiyacı, hastalıklar, sakatlanma ve kırıklara bağlı olarak artabilir. Enerji ihtiyacının arttığı bu gibi durumlarda yetersiz beslenilmesi kronik beslenme yetersizliği denilen duruma neden olmaktadır. Yetersiz beslenme, kronik hastalıkların görülme sıklığını ve bu hastalıklara bağlı ölümleri artırır. Yaşlılık döneminde beslenme durumu, yaşlanma süreci boyunca vücutta meydana gelen değişikliklerden, kronik hastalıklardan, kullanılan ilaçlardan, fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik durumdan etkilenir.

Normal koşullarda, yaşlanma sürecinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan bu değişikliklere beslenmenin gereksinimlere uygun planlanması, düzenli fiziksel aktivite yapılması, sigara içilmemesi gibi koruyucu önlemlerle uyum sağlanabilir.

Ancak yaşla birlikte görülme sıklığı artan yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıkları, böbrek hastalığı, şeker hastalığı gibi kronik hastalıkların varlığında bu hastalıklara özel diyetlerin uygulanması gerekmektedir. 

III. BESİN ÖGELERİ, YAŞLILIKTAKİ ÖNEMİ, ALINMASI GEREKEN MİKTARLAR

Besin öğesi, besinlerin bileşiminde bulunan kimyasal maddelerdir. Be­sinler yendikten sonra sindirim organlarında besin öğelerine parçalanır ve vücutta öyle kullanılırlar. İnsanın büyüme, gelişme sağlıklı olarak yaşamını sürdürebilmesi için 40’dan fazla türde besin öğesine ihtiyacı vardır.

İnsanların ihtiyacı olan bu besin öğeleri şunlardır:

1. Proteinler

2. Yağlar

3. Karbonhidratlar

4. Vitaminler ve Mineraller

5. Su

1. PROTEİNLER:

a. Yaşlılıktaki Önemi:

• Vücut organlarının yapıtaşıdır.

• Hücre yenilenmesi,

• Vücudun dış etkilere karşı korunması,

• Bağışıklık sisteminin güçlenerek hastalıklara karşı direnç gelişmesi,

• Düşme, incinme ve kırıklarda hızlı iyileşmenin sağlanması,

• Kas dokusunun korunması ve güçlenmesi için, protein gereklidir.

Protein vücuda enerji de sağlar. Bir gram protein 4 kalori verir. Kar­bonhidrat ve yağın az alınması durumunda protein enerji için kullanılır. Bu istenmeyen bir durumdur. Çünkü protein enerji olarak kullanıldığında vücuttaki asıl görevlerini yerine getiremez.

b. Protein Kaynakları:

Protein bütün hayvansal ve bitkisel besinlerde bulunur. Ancak be­sinler içerdikleri protein miktarı ve kalitesi (vücutta kullanılma durumu) bakımından farklıdır. Et, et ürünleri, yumurta, sakatatlar, balık, süt ve ürün­leri gibi hayvansal besinlerden sağlanan protein üstün kaliteli, bitkisel be­sinlerden sağlanan düşük kalitelidir.

Taze sebze ve meyvelerin büyük bir kısmı su olduğu için protein miktarı azdır. Genellikle taze sebzeler %1-2, taze meyveler % 0.5-1 protein içerirler.

c. Yaşlılık döneminde protein ihtiyacı:

Enfeksiyon, ameliyat, yaralanma ve kırık gibi sağlık problemleri protein ihtiyacını artırır. Ayrıca yaşla birlikte azalan bağışıklık sistemi fonksiyonları da göz önüne alındığında, beden ağırlığının kilosu başına 1 gram protein günlük gereksinimi karşılayabilir. Buna göre 70 kg. ağırlığındaki bir bireyin günlük protein gereksinmesi: 70 X 1 = 70 gramdır.

Kronik böbrek hastalığı gibi protein alımının kısıtlanması gereken du­rumlarda günlük alınması gereken miktar hastalığın durumuna göre uz­manlarca belirlenmelidir.

2. KARBONHİDRATLAR:

a. Yaşlılıktaki önemi:

• Vücudun enerji ihtiyacının büyük bir kısmını sağlar (1 gram karbon­hidrat 4 kalori verir)

• Kalın barsakların çalışmasını artırarak kabızlığı önler

• Beyin fonksiyonlarının yerine getirilmesini sağlar.

İhtiyaçtan az alındığında ya da şeker hastalığında olduğu gibi vücutta kullanılamadığında, enerji kaynağı olarak proteinler ve yağlar kullanılır. Bu durumda kanı asit yapan maddelerin miktarı artar ve vücudun çalışma düzeni bozulur.

b. Karbonhidrat kaynakları:

Çoğunlukla bitkisel besinlerde bulunurlar. Bitkiler çeşitlerine göre farklı miktarlarda karbonhidrat içerirler. Tahılların % 60-90’ı karbonhidratlardan oluşmuştur. Meyvelerde % 10-20, patateste ve şeker pancarında % 18-20, diğer sebzelerde % 10 civarındadır.

c. Yaşlılık döneminde karbonhidrat ihtiyacı:

Günlük alınan enerjinin yaklaşık % 60’ı kar­bonhidratlardan karşılanmalıdır. Karbonhidrat­lar yetersiz alındığında proteinler enerji kaynağı olarak kullanılacağı için günlük karbonhidrat ihtiyacının eksiksiz olarak karşılanması önemli­dir. Ancak gereksinimden fazla alınan karbonhi­dratlar yağa çevrilerek şişmanlığa neden olurlar. Karbonhidratların en çok bulunduğu tahıllar ve mamulleri, kurubaklagiller, sebze ve meyveler kar­bonhidrat yanında protein, vitamin, mineral gibi diğer besin öğelerini de sağlarlar. Halbuki şeker ve nişasta sadece karbonhidrattır ve fazla tüketildiklerinde kan şekerinin hızlı yükselmesine neden olarak şeker hastalığına zemin hazırlar, daha ko­lay yağa çevrilerek şişmanlığa yol açarlar. Bu nedenle, şekerli ve nişastalı besinler aşırı miktarlarda tüketilmemeli, karbonhidrat kaynağı olarak tahıllar, kepeği ayrılmamış tahıl unları, sebze ve meyvelerin tüketimine ağırlık verilmelidir.

3. YAĞLAR

a. Yaşlılıktaki önemi:

• Vücudun enerji kaynağıdır. (1 gram yağ 9 kalori verir)

• Yağda eriyen A, D, E ve K vitaminlerinin vücuda alınması ve kullanılmasını sağlar.

• Vücudun çalışmasını sağlayan bazı hormonların yapımında gereklidir.

• İhtiyaçtan fazla alındığında depolanarak yetersizlik durumunda vücuda enerji sağlar.

• Vücutta yapılamayan elzem yağ asitleri omega 3 ve omega 6 kalp hastalığı riskini azaltır, bağışıklık sistemini güçlendirir, depresyondan korur.

b. Yağ kaynakları:

Bütün bitkisel ve hayvansal besinlerde az veya çok yağ bulunur. En çok yağ bulunan bitkisel yiyecekler; zeytin, ayçiçeği, fındık, fıstık, ceviz, soya fasulyesi, mısır,susam ve pamuk çekirdeğidir. Diğer tahıl taneleri, sebze ve meyvelerde az yağ bulunur. Hayvan vücudunda yağlar, yağ dokuları halinde bulunduğu gibi etin bileşiminde de vardır. Bu yağ gözle görülmez. Sütte ve yumurta sarısında da yağ vardır.

c. Yaşlılık döneminde yağ ihtiyacı:

Günlük alınan enerjinin % 25’i yağlardan sağlanmalıdır. Balıkta bulu­nan omega 3 yağı hariç hayvansal besinlerde bulunan yağlar insan vücu­dunda üretilebilirken, bitkisel besinlerde bulunan yağlar üretilemez ve vücuttaki fonksiyonları nedeniyle de mutlaka besinlerle yeterli miktarlarda alınmaları gerekir. Hastalık nedeni ile herhangi bir kısıtlama yoksa, günlük yağ olarak tüketilmesi gereken miktar yaklaşık 35-40 gramdır. Bu miktarın yarısının bitkisel sıvı yağlardan, yarısının da zeytinyağından temin edilmesi uygun­dur.

Çok fazla yağ tüketimi, şişmanlık, kanser ve kalp-damar hastalıklarına neden olabileceği için aşırı tüketimden kaçınılmalıdır. Etle hazırlanan yemeklere yağ ilave edilmemesi, tavuk, hindi gibi etlerin derilerinin yenmemesi ile diyetle alınan yağ miktarı azaltılabilir.

Yaşlılık döneminde sık görülen yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, kalp ve damar hastalıklarından korunmak için diyetle alınan margarin, tereyağı, kuyruk yağı gibi katı yağların tüketilmemesi gerekmektedir. Özellikle margarinler, sağlığa zararları nedeni ile kullanılmamalıdır.

Hayvansal besinlerin tümünde ve bazı bit­kisel besinlerin doğal bileşiminde de yağ olduğu için yemeklerde bitkisel sıvı yağların, özellikle de zeytinyağının tüketilmesi daha sağlıklıdır.

Balık ve deniz ürünlerinde fazla miktarda bu­lunan omega 3 yağları, yaşlılık döneminde, kan yağlarını ve damarlarda plak birikimini azaltarak kalp ve damar sağlığını korurlar. Ayrıca, eklemlerdeki iltihaplanmaları engeller ve özellikle karın bölgesinde oluşan yağ birikimini önleyerek şişmanlıktan korurlar.

4. VİTAMİNLER VE MİNERALLER

a. Yaşlılıktaki önemi:

Vitamin sözcüğü “yaşam için elzem öğe” anlamındadır. Vitaminler ve mineraller vücuttaki pek çok organın yapısında bulunurlar ve vücut fonksiyonlarının sürdürülmesi için gereklidirler. Bir çoğu insan vücudunda yapılamadığı için besinlerle almak zorunludur. Yetersiz vitamin ve mineral alımı sonucunda metabolizmadaki bozukluklara bağlı olarak çeşitli organların fonksiyonlarında yetersizlikler ortaya çıkar. Yaşlılık döneminde enerji ihtiyacı azaldığı için enerji metabolizmasında görevli vitamin ve minerallerin alımı da azalır. Bu nedenle gerekli miktarlar besinlerle alınmalıdır.

Vitamin ve minerallerin yaşlılık dönemindeki etkileri:

• Bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı direnç oluşturma

• Kemik ve diş sağlığının korunması ve kemik erimesinin (osteoporoz) engellenmesi

• Göz sağlığının korunması

• Deri sağlığının korunması

• Kan yapımı

• Yüksek tansiyonun önlenmesi

• Şeker hastalığından korunma

• Kalp-damar hastalıkları için risk oluşturan kan kolesterolünü düşürme

• Kalp-damar hastalıklarından korunma

• Beyin fonksiyonlarını güçlendirme, unutkanlık, bunama, depresyon gibi sorunları önleme

• Kasların güçlenmesi

b. Vitamin ve minerallerin kaynakları:

Vitamin ve mineraller sebze ve meyvelerde, tahıllarda, kurubakla­gillerde, et ve balıkta, süt ve ürünlerinde bulunur. B12 vitamini sadece et ve ürünleri, süt, yumurta gibi hayvansal besinlerde bulunurken, diğer B grubu vitaminleri (B1, B2, B6 vitaminleri) hem bitkisel besinlerde hem de hayvansal besinlerde bulunur. D vitamininin en iyi kaynağı güneş ışığıdır. Güneşle teması az olan bireylerde D vitamini yetersizliği sonucu oluşan kemik erimesi (osteoporoz) daha yaygın görülür. Yaşlılıkta yetersizliği risk yaratan vitamin, mineral ve bazı besin öğeleri, fonksiyonları ve kaynakları Tablo 1’de verilmiştir.

c. Yaşlılık döneminde vitamin ve mineral ihtiyacı:

Yaşlılık döneminde enerji gereksinmesinin azalması, vücut direncinin azalması, hareket kısıtlılığı, kronik hastalıkların görülme sıklığının artması gibi nedenlerle vitamin ve minerallere olan ihtiyaç artar.

Vitamin ve mineral yetersizliği akut ve kronik hastalıkların seyrini et­kiler, ağırlaştırarak ölümlere neden olabilir. Vitamin ve minerallerin vücutta kullanımını engelleyen bir sağlık sorunu ya da besin alımında bir kısıtlamanın olmadığı durumlarda, D vitamini dışındaki vitamin ve mineral ihtiyacı, iyi planlanmış bir diyetle besinlerden sağlanabilir.

Bazı vitamin ve minerallerin gereksinimden fazla alınması zehirlen­melere neden olabileceği için vitamin ve mineral destekleri (diyete ek olarak tablet, şurup vb. şekillerde alınanlar), yalnızca diyetisyen ya da he­kimin önerisi ile alınmalı, zorunluluk olmadıkça ihtiyaç doğal kaynaklar olan besinlerden sağlanmalıdır.

Yapılan bazı çalışmalarda A vitamini (betakaroten), E vitamini gibi yaşlanmayı geciktirici vitamin desteklerinin kanserler ve kalp-damar hastalıklarının görülme sıklığında ya da bu hastalıklardan ölümlerde herhangi bir olumlu etkisi ya da yan etkisi saptanmamıştır. Bu nedenle vitamin ve minerallerin (D vitamini hariç) diyetle sağlanması, vücuttaki fonksiyonları açısından daha yararlıdır.

Tablo 2’de, yaşlılık dönemi için önerilen günlük enerji ve besin öğeleri tüketim miktarları ve yetişkinlik dönemine göre değişme durumları verilmiştir.

5. SU

a. Suyun yaşlılıktaki önemi:

Su, yaşam için zorunlu bir öğedir. İnsan, besin almadan vücudundaki depoları kullanarak günlerce yaşayabilir fakat susuz birkaç gün ancak yaşar. Vücuttaki yağın ve karbonhidratların tümü, proteinin yarısı kaybolunca insan yaşamının tehlikeye girmesine karşın vücut suyunun % 15’inin kaybı yaşamın yitirilmesine neden olur.

• Yenilen besinlerin sindirimi, emilimi, taşınması

• Hücrelerin, dokuların, organların çalışması

• Vücut ısısının denetimi

• Eklemlerin kayganlığı

• Zararlı atık maddelerin vücuttan atılması su sayesinde olur

Yetişkinlik döneminde vücudun % 60’ı su iken, yaşlılıkta bu oran % 50’ye düşer. Vücut suyunun azalması risk yaratabilir. Normalde vücut­tan su kaybının artması ile susama duygusu gelişir ve kaybedilen su geri alınır. Ancak yaşlılık döneminde susama duygusunun azalması, kaybe­dilen suyun yerine su alınmamasına neden olabilir, bu durum da ölümle sonuçlanabilecek ciddi sağlık riskleri oluşturur.

b. Yaşlılık döneminde su ihtiyacı:

Vücuttan her gün yaklaşık 2.5 litre (15-20 su bardağı kadar) su atılır. İdrar, ter, dışkı ve solunum yoluyla her gün vücuttan atılan bu suyun yerine konulması gerekir. Vücudun ihtiyacı olan su, besin­lerle, su ve diğer içeceklerle ve metabolizma sonucu oluşan su ile karşılanır. Sıcak havalarda, fazla fiziksel aktivite yapıldığında, fazla proteinli ve tuzlu besinler tüketildiğinde, ateşli hastalıklarda, ishalde vücuttan su kaybı artar. Bu durumlarda tüketilen su ve sıvı miktarının artırılması gerekir.

Yaşlılık döneminde günde en az 8-10 bardak (1500 mililitre) su tüketil­melidir

6. POSA / LİF

Posa ya da lif, bitkisel besinlerin vücutta sindirilemeyen bölümleridir.

a. Posanın yaşlılıktaki önemi:

• Barsak hareketlerinin artırılması ve kabızlığın önlenmesi

• Kan şekerinin düzenlenmesi ve şeker hastalığından korunma

• Kan kolesterolünün düşürülmesi ve buna bağlı olarak kalp-damar hastalıklarının önlenmesi

• Şişmanlığın önlenmesi

• Barsak kanserinden korunma

b. Posa kaynakları:

Kuru baklagiller, tahıllar, sebzeler ve meyveler posası en çok olan be­sinlerdir. Tahıl taneleri öğütülürken kepeğinin ayrılması ile posa miktarı azalır. Bu yüzden kepekli tahılların tüketimi posa ve vitaminler açısından daha sağlıklıdır.

c. Yaşlılık döneminde posa ihtiyacı:

Günlük 25-30 gram posa tüketimi yeterlidir. Bu miktar tüketilen sebze ve meyve miktarının artırılması, kurubaklagil tüketimi ve kepekli tahıl ürün­lerinin tüketimi( yulaf, çavdar, bulgur, kepekli ekmek) ile sağlanabilir.

IV. YAŞLILIK DÖNEMİNDE ENERJİ İHTİYACI

Vücudun çalışma hızının düşmesi ve hareketliliğin azalması sonucun­da, enerji ihtiyacı yetişkinlik dönemine kıyasla azalır. Bu durumda tüketilen besinlerin içeriği önemlidir. Çünkü yaşlılıkta, enerji ihtiyacının azalmasına karşın bazı besin öğelerine olan ihtiyaç artar. Rafine şekerler ve yağ alımının azaltılması, enerji ihtiyacının, tahıllar, kuru bak­lagiller, sebze, meyve, az yağlı süt ve ürünleri ile balık ve yağsız et gibi besin öğesi yoğun be­sinlerden sağlanması gerekmektedir.

Özel bir durumu olmayan, normal ağırlıkta, sağlıklı ve hafif fiziksel ak­tivitesi olan yaşlılar için beden ağırlığının kilosu başına 30 kalori, günlük enerji gereksinmesini karşılayabilir. Buna göre 70 kg. ağırlığındaki bir bireyin günlük enerji gereksinmesi: 70 X 30 = 2100 kaloridir.

Günlük alınan enerjinin 1500 kalorinin altına düşmemesi önerilmektedir.

V. BESİN GRUPLARI

Besinler, içerdikleri besin öğelerinin türüne ve miktarına göre gruplara ayrılırlar. Bu gruplar:

1. Et -yumurta-kurubaklagiller grubu

2. Süt grubu

3. Ekmek ve tahıl grubu

4. Sebze ve meyve grubu

 

1.Et-yumurta-kuru baklagiller grubu:

Bu grupta et, tavuk, balık, sakatatlar, yumurta, kurufasulye, nohut, mer­cimek gibi besinler bulunur. Ceviz, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar da bu grupta yer alır. Yağlı tohumlar diğer besinlere göre fazla yağ içerdiklerin­den tüketim miktarlarına dikkat edilmelidir.

Bu grup;

• Protein

• Karbonhidrat

• Vitamin

• Mineral

• Posa içerir.

Yaşlılık döneminde, bu grupta yer alan kırmızı et, sakatatlar ve yu­murta tüketimi sınırlandırılmalı, balık ve kurubaklagillerin tüketimi ise artırılmalıdır.

2.Süt grubu:

Süt ve yerine geçen besinler, yoğurt, peynir ve süttozu gibi sütten yapılan besinlerdir.

Bu grup;

• Protein

• Vitamin

• Kalsiyum, çinko içerir.

Bu grupta yer alan besinler yaşlılık döneminde kemik sağlığının korunması için çok önemlidir (Kalsiyum ve fosfor yönün­den zengin besinlerdir). Ancak yağ içeriklerinin yüksek olması nedeni ile yağsız veya yağı azaltılmış süt ve ürünlerinin kullanılması kalp sağlığı için daha yararlıdır.

3.Ekmek ve tahıl grubu:

Buğday, pirinç, mısır, çavdar ve yulaf gibi tahıl ta­neleri ve bunlardan yapılan un, bulgur, yarma, gevrek ve benzeri ürünler bu grup içinde yer alır.

Bu grup;

• Karbonhidrat

• Vitamin

• Mineral

• Posa

• Protein( düşük miktarda) içerir.

Ekmek ve tahıl grubunda yer alan besinler, özellikle tam tahıl adı ver­ilen, kabuk ve öz kısmı ayrılmamış tahıllar ve bunlardan yapılan yiyecekler, vitamin, mineral ve diyet posası yönünden zengin olmaları nedeni ile yaşlılık döneminde sık tüketilmesi gereken besinlerdir.

4.Sebze ve meyve grubu:

Bitkilerin yenebilen kısımları sebze ve meyve grubu altında toplanmaktadır. Bileşimlerinin önemli kısmı su olduğu için günlük enerji, protein ve yağ gereksinmesini karşılamada fazla katkıları yoktur. Ancak vita­min ve mineral yönünden zengindirler.

Bu grup;

Özellikle yaşlandırmayı geciktiren, bağışıklık sistemini güçlendiren vitamin ve mineraller,

Kemik ve kas sağlığı için gerekli vitamin ve mineraller,

Kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, kanser gibi kronik hastalıklara karşı koruyucu bileşikler (fitokimyasallar),

Posa içerir.

FİTOKİMYASALLAR:

Besinlerin vücut fonksiyonları üzerine etkileri ko­nusunda son yıllarda yapılan çalışmalarda, sebze ve meyvelerde bulunan kimyasal maddelerin, özellikle yaşlılık döneminde risk oluşturabilecek sağlık sorunları ve hastalıklara karşı koruyucu özelliklere sahip olduğu ortaya konmuştur. Bu maddelere fitokimyasallar adı verilmektedir.

Sebze ve meyve grubu, dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık, kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve bazı kanser türlerinin oluşma iskini azaltır, bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı direnç sağlar, deri ve göz sağlığı için temel öğeler içerir, diş ve diş eti sağlığını korur. Yaşlılık döneminde karşılaşılan risklere karşı koruyucu olan bu gruptaki besinlerin öğünlerdeki miktarı diğer gruplardan daha fazla olmalıdır.

Tablo 3’de dört temel besin grubundan günlük alınması gereken miktarlar, Tablo 4’de ise fitokimy­asal özelliği olan besinler ve sağlık üzerindeki etkileri verilmiştir.

Dört temel besin grubu dışında şeker ve yağlar ile bunlardan yapılan yiyecekler de diyette yer almaktadır. Rafine şekerler ve bu şekerlerle yapılan tatlılar, mayonez, krema, tereyağı, margarin, yağlı etler, sakatatlar, salam, sosis, sucuk türü besinlerin tüketimi en az düzeyde olmalıdır.

 VI. BESİN ÇEŞİTLİLİĞİ

Besinler, içerdikleri besin öğeleri ve besin öğesi olmayan kimyasallar açısından farklıdır. Vücudun gereksinimi olan besin öğeleri ve diğer kimyasalların çeşit ve miktar olarak yeterli düzeyde sağlanabilmesi için değişik türde besin­ler tüketilmelidir. Öğünlerde farklı türde besinlerin tüketilmesi ile dengeli bir beslenme sağlanabilir. Besin çeşitliliğinin az olması bazı besin öğelerinin yetersiz alınmasına neden olabilir.

Aynı besin grubunda yer alan besinlerin besin öğesi içerikleri birbirinin aynı değildir. Bu yüzden yalnızca 4 temel besin grubunun çeşitliliği değil, aynı grupta yer alan besinlerin de çeşitliliği sağlanmalıdır.

Beslenme, fizyolojik gereksinimlerin karşılanması yanında ruhsal du­rumu da etkilemektedir.

Hazırlanan besinlerin görüntüsü iştah açıcı bir faktördür. Değişik renklerin yer aldığı bir sofra iştah açıcı özelliğinin yanı sıra besin çeşitliliğinin de iyi bir göstergesidir.

Günlük beslenmemizde; 4 temel besin grubunun çeşitliliği kadar, aynı grupta yer alan besinlerin de çeşitliliği sağlanmalıdır.

VII. VÜCUT AĞIRLIĞININ DENETİMİ

Vücut ağırlığı sağlıkla doğrudan ilişkisi olan bir göstergedir. Yaşa ve cinsiyete göre belirlenmiş ideal kilodan daha azına ya da daha fazlasına sahip olmak hastalık riskini artırmaktadır. Yaşlılık dönemindeki şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıkları gibi kronik hastalıkların ortaya çıkışını kolaylaştırır, ayrıca hareket kısıtlılığına neden olarak kazalara, düşmelere yol açabilir. Zayıflık ise enerji ve proteinden yetersiz beslenmenin bir göstergesidir. Bu durum hastalıklara karşı direnci azaltır, kırık riskini artırır, yaşam kalitesini düşürür. Vücut ağırlığının istem dışı azalması ise bir sağlık sorununun işaretidir ve sağlık kontrolünü ger­ektiren bir durumdur.

Vücut Ağırlığının Değerlendirilmesi:

1. Beden Kitle İndeksine Göre Değerlendirme:

En pratik yöntemdir. Ağırlık ve boy ölçümü yapıldıktan sonra aşağıda verilen formülle hesaplanır ve sonuç değerlendirilir.

Ağırlık (kg)

Beden Kitle indeksi = -----------------

Boy² (metre)²

70 kilogram ağırlığında, 1.68 metre (168 santimetre) boyunda bir bi­reyin Beden Kitle İndeksi şöyle hesaplanır:

70

Beden Kitle İndeksi = ------------------

(1.68) X (1.68)

70

Beden Kitle İndeksi = ------------------

2.82

Beden Kitle İndeksi = 24.8 kg/m2

Beden Kitle İndeksi Sınıflaması :

18.5 altı Zayıf

18.5-24.9 NORMAL

25.0-29.9 Hafif şişman

30.0-39.9 Şişman

40.0 ve üzeri Aşırı şişman

Beden Kitle İndeksi 18.5 altında olan bireyler, zayıflamalarına neden olan herhangi bir sağlık problemleri yoksa besin tüketimlerini artırarak uy­gun ağırlığa ulaşmalıdırlar.

Beden Kitle İndeksi 25 ve üzerinde olanlar ise normal değerlere diyet ve egzersiz yardımı ile inebilirler. Ağırlık kazanımı ya da kaybı için uygulanacak diyet programlarının mutlaka bir diyetisyen denetiminde yürütülmesi gereklidir.

2. Bel Çevresine Göre Değerlendirme:

Bel çevresi ölçümü vücuttaki yağ dağılımını belirleyen yöntemlerden birisidir. Bel çevresi ölçümünün yüksek olması sağlık risklerinin bir göstergesidir. Bel çevresi erkeklerde 94 santimetre, kadınlarda 80 santimetrenin üzerinde olmamalıdır. Erkeklerde 102 santimetre, kadınlarda 88 santimetre üzerine çıkması sağlık risklerini artırır.

Vücutta toplanan yağın dağılımı özellikle kalp-damar hastalıkları riski ile ilgilidir. Vücuttaki yağ miktarının vücudun üst kısmında toplanması (elma tip) sağlık açısından istenmeyen bir durumdur. Vücudun alt bölgesinde (kalçalarda) toplanan yağ dokusu ile oluşan armut tip şişmanlıkta hastalık riski daha azdır.

3. Bel ve Kalça Çevresine Göre Değerlendirme:

Vücuttaki yağ dağılımını saptamaya yarayan diğer bir yöntem bel/kalça çevresi oranının hesaplanmasıdır.

Bel çevresi (cm)

Bel /kalça çevresi oranı =

Kalça çevresi (cm)

85

Örnek= = 0.85

100

Bel çevresinin kalça çevresine oranı, kadınlarda 0.8’i, erkeklerde 1.0’ı geçmemelidir.

Bu değerlerin üstü kalp-damar hastalıkları ve şeker hastalığı için risk faktörüdür.

Yukarıda hesaplanan örnekteki kişi kadın ise riskli grupta, erkek ise normal grupta yer almaktadır.

VIII. FİZİKSEL AKTİVİTE VE SAĞLIK

Yaşlılık döneminde fiziksel aktivite, daha fazla enerji ve besin öğesi alımı ve daha kaliteli bir yaşamla eş anlamlıdır. Yaşlanma sürecinde fonksiyonel yeteneklerdeki azalmaya bağlı olarak fiziksel bağımlılık artar ve yaşam ka­litesi düşer. Fonksiyonel yeteneklerdeki kaybın en önemli nedeni hareket­sizliktir. Hareketsizlik, hastalıklara yol açan ve özürle sonuçlanan bir prob­lemdir.

Yürüme, bisiklete binme, bahçe işleri ve yavaş tempoda koşma gibi günde 30 dakika süreyle yapılacak egzersizler yaşlılık dönemi için uygun olanlarıdır.

Düzenli fiziksel aktivite;

Fonksiyonel kapasiteyi geliştirerek hareket kısıtlılığını önler

Kalp-damar hastalıkları ve neden olduğu ölümlerin görülme

sıklığını azaltır

İnsüline bağımlı olmayan diyabet riskini azaltır

Yüksek tansiyon riskini azaltır

Barsak kanseri riskini azaltır

Kan basıncını, kan şekerini, kan kolesterolünü düşürür • Düşme ve kırık riskini azaltır

Ruh sağlığını korur, geliştirir

Vücut ağırlığını dengede tutar

Yaşam kalitesini yükseltir

IX. YAŞLILIKTA SIK GÖRÜLEN SAĞLIK SORUNLARI VE

HASTALIKLARDA BESLENME İLE İLGİLİ GENEL İLKELER

Yüksek tansiyon, kemik erimesi, yüksek kolesterol, kalp-damar hastalıkları, şeker hastalığı, kanserler gibi kronik hastalıklar ve diğer sağlık sorunlarının görülme sıklığı ve bu hastalıklara bağlı ölümlerin sayısı yaşlılık döneminde artar. Bu hastalıkların önlenmesi, geciktirilmesi, yan etkilerinin azaltılması ve tedavisi ile beslenme durumu arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Yaşlılık döneminde bu kronik hastalıklardan herhangi birine sahip bireylerin hastalıkları ile ilgili diyetlerinin belirlenmesi mutlaka bir diyetisyen tarafından yapılmalıdır. Burada genel ilkeler verilmiştir.

1. YÜKSEK TANSİYON

Ağırlık denetimi-uygun kiloya ulaşılması,

Tuz tüketiminin ve sodyumdan (turşu ve salamuralar, hazır pastalar) zengin besinlerin sınırlanması,

Besinlerle yeterli kalsiyum ve potasyum alımı,

Düzenli egzersiz,

Sigara içilmemesi.

2. KEMİK YOĞUNLUĞUNDA AZALMA (OSTEOPOROZ)

Besinlerle ve destekleyici ilavelerle kalsiyum ve D vitamini

alımının artırılması

Düzenli egzersiz

3. YÜKSEK KAN KOLESTEROLÜ, YÜKSEK KAN YAĞLARI,

KALP-DAMAR HASTALIKLARI

Margarin, tereyağı, kuyruk yağı gibi katı yağların ve sakatatların tüketilmemesi,

Yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı ve turuncu renkli meyveler, balık ve kuru baklagillerin tüketiminin artırılması,

Tuz ve sodyumdan zengin besinlerin (turşu ve salamuralar, hazır pastalar) alımının kısıtlanması, Uygun kilonun korunması,

Sigara içilmemesi, Düzenli ve uygun egzersiz.

4. KANSERLER

Diyetteki yağ miktarının azaltılması,

Posa tüketiminin artırılması,

Bağışıklığı artırıcı vitamin ve minerallerden (A, C, E vitamini, selenyum) ve fitokimyasallardan zengin besinlerin tüketiminin artırılması,

Katkı maddesi içeren, özellikle hazır besinlerin (hazır çorba, et suyu, boyalı besinler) tüketiminin kısıtlanması, Sigara ve alkol tüketilmemesi.

5. ŞEKER HASTALIĞI

Ağırlık denetimi-uygun kiloya ulaşılması

Kuru baklagiller, kepeği ayrılmamış tahıllar, sebze ve meyveler gibi posadan zengin ve glisemik indeksi* düşük besinlerin tüketilmesi

Düzenli egzersiz

Sigara ve alkol tüketilmemesi

GLİSEMİK İNDEKS:

Besinlerin vücuda alındığında kan şekerini yükseltme hızına göre belirlenen indekstir. Glisemik indeksi yüksek besinler kan şekerini birden yükseltirken, glisemik indeksi düşük besinler kan şekerini yavaş yükselterek özellikle şeker hastalığına karşı koruyucu etki sağlarlar. Rafine şekerin (sofra şekeri) glisemik indeksi 100’dür. Mısır, pirinç, patates, beyaz ekmek, muz glisemik indeksi yüksek besinler (90-70 arası), mercimek, kurufasulye, armut, sebzeler, tam tahıllar (örneğin bulgur) ise glisemik indeksi düşük (2915) besinlerdir. Şeker hastalığında ve şişmanlıkta glisemik indeksi düşük besinlerin tüketilmesi önerilmektedir.

6. ZİHİNSEL YETERSİZLİK, HAFIZA KAYBI, BEYİN HASARLARI

Yeterli enerji ve protein alımı,

Beyin fonksiyonlarını geliştiren vitamin ve minerallerden zengin besinlerin (yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı ve turuncu renkli meyveler, balık) tüketiminin artırılması,

Sigara ve alkol tüketilmemesi.

7. KABIZLIK

Posa ve sıvı tüketiminin artırılması

Düzenli egzersiz.

8. BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ZAYIFLIĞI / HASTALIKLARA KARŞI

DİRENÇSİZLİK

Protein alımının artırılması

Balık, soya yağı, fındık, ceviz, badem, sebze ve meyve tüketiminin artırılması

Düzenli egzersiz

Sigara ve alkol tüketilmemesi

X. YAŞLILIK DÖNEMİNDE BESLENME İLKELERİ

Günlük öğün sayısı 3 ana, 3 ara öğün şeklinde düzenlenmelidir. Böylece öğünlere düşen yiyecek miktarları azaltılarak sindirim güçlükleri önlenmiş olur.

Her öğünde 4 temel besin grubundan (et ve ürünleri, süt ve ürün­leri, sebze ve meyveler, tahıllar) besinler bulunmalı ve besin çeşitliliğinin sağlanmasına özen gösterilmelidir.

Günde en az 5 porsiyon sebze ve meyve tüketilmelidir.

Posa miktarı yüksek olan kuru baklagiller, sebze, meyve ve kepekli tahıllar gibi besinlerin tüketilmesine özen gösterilmelidir.

Sıvı tüketimi arttırılmalıdır. Günde en az 8-10 bardak su (1500 ml) tüketilmelidir. Bu miktarın tümü su olarak tüketilemiyorsa, ıhlamur, taze sıkılmış meyve suyu, bitkisel çaylar, ayran, komposto ya da açık çay tüketimi ile bu miktar karşılanabilir.Ancak bunların hiçbirisi vücut fonksiyonlarında su kadar etkili değildir.

Kalsiyum içeriği yüksek olan besinler tüketilmelidir. Yağı azaltılmış ya da yağsız süt ve ürünleri en iyi kalsiyum kaynağıdır.

Omega 3 yağ asitlerinin yoğun olarak bulunduğu balık türleri haftada en az 2 kez tüketilmelidir.

Margarin, tereyağı, kuyruk yağı gibi katı yağların tüketimi kan koles­terol seviyesinin yükselmesine neden olarak kalp-damar hastalıkları için risk yaratırlar. Et, ve süt ürünleri gözle görülmeyen doymuş yağ içerirler. Bu nedenle bu besinlerin yağsız olanları, tavuk ve hindi etinin derisiz bölümleri tüketilmeli, et ile pişen yemeklere ayrıca yağ ilave edilmemelidir.

Tuz tüketimi sınırlanmalıdır. Aşırı tuz tüketimi, yüksek tansiyon, kalp- damar hastalıkları, kemik erimesi gibi sorunlara neden olmaktadır. Sofrada yemeklere tuz eklenmemeli, turşu, salamura, salça, konserve gibi sodyum içeriği yüksek besinleri tüketmekten kaçınılmalıdır.

Şeker, şekerli besinler ve hamur tatlılarının tüketimi sınırlanmalıdır.

Fast food türü yiyeceklerin (hamburger, patates kızartması, pizza gibi) tüketiminden kaçınılmalıdır. Yağ ve tuz içeriği çok yüksek olan bu yiyecekler sağlık riskleri yaratabilirler.

Besinlerin satın alınması ve pişirilmesi sırasında oluşabilecek risklere dikkat edilmelidir. Günü geçmiş, tazeliğini kaybetmiş, ambalajı bozulmuş besinler satın alınmamalı, yiyecekler kızartma ve kavurma yerine haşlama ya da ızgara yöntemleri ile pişirilmeli, besinlerin hazırlanması ya da saklanması sırasında hijyen kurallarına dikkat edilmelidir. Böylece yiyeceklerin besin değeri korunarak yeterli ve dengeli beslenme sağlanmış olur.

Uygun vücut ağırlığı korunmalıdır. Şişmanlık ve zayıflık hastalık riskini artırır.

Sigara ve alkol kullanılmamalıdır.

Perşembe, 05 Aralık 2013 15:27

Sigaranın Zararları

Sigara dumanında nikotin, katran ve zehirli gazlar bulunmaktadır. Katran maddesinin içerisinde yaklaşık olarak 4000 kimyasal bileşik bulunur. Bu kimyasal bileşiklerin birçoğu da toksiktir yani zehirlidir ve bugün için bu kimyasal bileşiklerden 43 tanesinin kansere yol açtığı bilinmektedir

Sigaranın dumanında bulunan zehirli gazlar ise nitrojen oksit ve eksoz gazı olarak da bilinen karbon monoksit gazıdır. Özellikle karbon monoksit gazı kanın oksijen taşıma gücünü azaltır. Nikotin ise bağımlılık yapar. Nikotin aslında bir zehirdir. Nikotin yüksek dozda alındığında öldürebilir. Kan basıncını yani tansiyonu ve kalp hızını(nabzı) artırır. Sigara karbon monoksit ile birlikte kalp ve beyin damarlarının hastalanmasına yol açar.

Sigara içenlerin yaklaşık % 25 i sigara nedeniyle yaşamlarının erken bir döneminde ölmektedirler. Yapılan bir araştırmaya göre 1950 - 1975 yılları arasında 10 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmüştür. 1975 - 2000 yılları arasında ise 50 milyon kişinin sigara nedeniyle ölmesi beklenmekteydi.

Sizce yaşam bu kadar değersiz mi ?
Sigaranın neden olduğu en önemli hastalık grubu kanserlerdir. Sigara, akciğer kanseri başta olmak üzere soluk borusu, gırtlak, ağız, dil, dudak, yemek borusu, mide, pankreas, mesane, böbrek ve kadınlarda rahim ağzı kanserlerine neden olmaktadır. Tüm kanser ölümlerinin % 30 unun, akciğer kanserinden ölümlerin ise % 90 ının nedeni sigaradır. Günde 1 paket sigara içen birinde akciğer kanserine yakalanma riski hiç içmeyen birine oranla 20 kat fazladır.

Her sigara sizi kansere bir adım daha yaklaştırmaktadır !
Solunum sistemi hastalıklarından kronik bronşit ve amfizemin em önemli nedeni sigaradır. Kronik bronşitten ölüm oranı hiç sigara içmeyenlerde 100 000 'de 3 iken, günde 1 paketten fazla sigara içenlerde 100 000 ' de 114 'e çıkmaktadır. Sigara akciğerin doğal savunma sistemini de bozduğu için her türlü her türlü enfeksiyon riskini arttırmaktadır. ( Zatürree, bronşit vb. )
Perşembe, 05 Aralık 2013 15:24

İlk Yardım

İlk Yardım Nasıl Yapılır?

Herhangi bir kazada ya da yaşamı tehlikeye düşüren diğer acil durumlarda, sağlıkgörevlilerinin yardımı sağlanıncaya kadar, hayatın kurtarılması ya da durumun daha kötüye gitmesini önlemek amacıyla, ilaçsız olarak yapılan uygulamalara ilkyardım denir. İLK YARDIM UYGULAMASINDA KESİNLİKLE İLAÇ KULLANILMAZ.

İlk Yardımın 3 temel amacı vardır:

  • Yaşamı koruma ve sürdürülmesini sağlama
  •  
  • Durumun kötüleşmesini engelleme
  •  
  • İyileşmesini kolaylaştırma

Kaza ve diğer acil durumlarda yapılması gerekenleri öncelik sırasına göre şöyle sıralayabiliriz: İlk Yardımı yapan kişi öncelikle sakin ve telaşsız olmalıdır. Hastayı da sakinleştirmeli ve etrafta süren bir tehlike olup olmadığını belirlemelidir. Bu arada kendi can güvenliğini de tehlikeye atmamalıdır. Bir yandan, vakit kaybedilmeden, hastanın ya da kazazedenin durumu değerlendirilerekuygun ilk yardıma başlanmalı, diğer yandan da çevrede bulunan kişiler sağlık kuruluşlarına, itfaiye ve güvenlik güçlerine haber vermeleri için organize edilmelidir. İlk müdahalenin ardından hasta en kısa zamanda bir sağlık kuruluşuna ulaştırılmalıdır.

İlk Yardımda öncelikle hastanın

  • Soluk yolunun açılması
  •  
  • Solunumun düzeltilmesi ve
  •  
  • Dolaşımın etkinliğinin sağlanması

amaçlanır.
Cuma, 29 Kasım 2013 12:12

Türkiye'de Aile Hekimliği

hsgm ah4

Ülkemiz sağlık hizmetlerinin gelişimi ve organizasyonunda, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bireylere ulaştırılması yönündeki çalışmalar Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar uzanan gelişim sürecinde hız kazanmıştır. Cumhuriyetin ilan edilmesinin ilk yıllarında itibaren ülkemizdeki bugünkü sağlık teşkilatlandırması ve sağlık hizmetlerinin temeli atılmıştır.

Cumhuriyet döneminde bir yandan tedavi hizmet ağını genişletmek istenirken öteki yandan da koruyucu sağlık hizmetlerinde büyük bir atağa geçilmiştir.  Cumhuriyet’in ilanı sonrası Dr. Refik Saydam ülkemizde sağlık hizmetlerinin kuruluşunda ve gelişmesinde büyük katkılar sağlamıştır. Umumi Hıfzısıhha Kanunu (1930)’nda yer alan sağlık politikaları sağlık hizmetlerinin planlanması ve programlanması, koruyucu ve tedavi edici hekimliğin yürütülmesi, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi, tıp fakültelerine ilginin arttırılması yönelik ilkeler mevcut olup bu ilkeler ışığında sağlık hizmetleri, “geniş bölgede tek amaçlı”/ “dikey örgütleme” modeli ile yürütülmüştür. Nüfusun çok olduğu yerlerden başlayarak muayene ve tedavi evleri açılmış, koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan hekimler desteklenmiş günümüz sağlıkta dönüşüm programının temelleri daha o zamanlar da atılmıştır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı, temel sağlık hizmetlerinin kurumsal konumunu diğer hizmet düzeyleri üzerinde yetki ve kontrol sahibi olacak bir yapıya kavuşturmayı hedeflemektedir. Bireylerin ve sağlık çalışanlarının durumlarını iyileştirmek bu konuda yapılacak yeniliklerin hareket noktasını oluşturmaktadır. Sağlıkta dönüşüm programının en belirgin özelliği bireylerin sağlıklı hayat programlarına erişiminin sağlanması, anne-bebek ölümlerinin azaltılması, bulaşıcı hastalıklarla ve kronik hastalıkların risk faktörleriyle mücadele etmeyi öncelemek bireylerin kendi sağlık durumlarını kontrol edebilme yetilerini geliştirmek ve koruyucu hekimlik yaklaşımını  sağlığın merkezine tamamen yerleştirmektir.

Sağlıkta dönüşüm programının temel amaçları arasında olan bu uygulamanın, halkımızın sağlık düzeyinin yükseltilmesi, kaynaklarımızı uygun şekilde kullanarak daha fazla hizmetin sağlanması ve hakkaniyet ilkesi ışığında bütün bireylerin sağlık hizmetlerine ihtiyaçları ölçüsünde ulaşmalarının gerek kır-kent ve gerekse doğu-batı arasında sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık göstergeleri ile ilgili farklılıkların azaltılması  yer almaktadır. Bu amaçlara ulaşmak için birinci basamak sağlık hizmetlerinin çağdaş bir yaklaşımla yeniden düzenlenip yaygınlaştırılması ve tüm toplum bireyleri tarafından tercih edilebilir şekilde sunulması sağlanmaktadır. Herkesin kendi seçebileceği, kolayca erişebileceği, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın danışabileceği, başvurabileceği bir aile hekiminin olması bu yaklaşımın ana unsurlarının başında gelir. Prof. Dr. Nusret Fişek’in ifadeleriyle: “Kişiye yönelik koruyucu hekimlik hizmetleri ile ayakta ve evde hasta tedavisi hizmetleri bir arada yürütülmelidir. Entegre örgütlenme modelinin en basiti çağdaş aile hekimliğidir.”.

Çağdaş aile hekimliği  ile ülkemizde sağlık hizmetlerinin tüm bireylere coğrafi açıdan dengeli şekilde ulaştırılabilmesi, birinci basamak sağlık hizmetlerinin toplumun katılımını sağlayacak şekilde hsgm shutterstock 53294509bireylerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde koruyucu, tanı koyucu tedavi ve rehabilite edici yönleriyle sunmak temel hedefimizdir.  Sağlık hizmeti sunumunda,  birinci basamak sağlık hizmetlerinin  sürekli eğitimle geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, çalışan hekimler ile diğer sağlık elemanlarının özendirilmesi, birey ihtiyaçlarının göz önünde bulundurularak koruyucu sağlık sistemine ağırlık verilmesi ve kabul edilebilir sevk sisteminin uygulanması ana ilkelerdir. Bu ilkeler ikinci basamakta yığılmayı engelleyecek, ikinci basamakta tedavi edilesi gereken hastalara yeterince zaman ayrılmasını sağlayacaktır. Aile hekimliğinin multidisipliner bir sağlık yaklaşımı olduğu düşünülürse bütüncül bir sağlık hizmeti yaklaşımını öngörür. Güvene dayalı iletişim kurar, sorunları fiziksel, psikolojik ve sosyal yönleriyle ele alır. Birey merkezli olmasının yanında bütünleştiricilik, süreklilik, aile ve topluma yönelik olma özellikleri nedeniyle aile hekimliği uygulamasının önemli bir yapı taşıdır. Gittikçe artan orandaki yaşlı nüfusun temel sağlık hizmeti gereksinimleri, onları tanıyan ve kolay ulaşabilecekleri aile hekimleri vasıtasıyla çok daha etkili olarak karşılanabilecektir. 

Birinci basamak sağlık hizmetlerinin etkili bir şekilde verilebilmesi, toplumun hastalık yükünün azaltılmasının yanı sıra ikinci ve üçüncü basamak tedavi kuruluşlarımızın da daha iyi ve kaliteli sağlık hizmeti ve sağlık eğitimi vermelerine fırsat tanıyacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü, 2010 yılına kadar insanların aile ve topluma dayalı  temel  sağlık hizmetlerine daha iyi ulaşılabilmesini, Alma Ata kongresinde de alınan kararın devamı olarak 21. yüzyılda “Herkes için Sağlık” anlayışını  hedefleri arasında saymaktadır. Bu hedefi gerçekleştirmeyi  amaçlayan Sağlıkta Dönüşüm Programı, aileye dayalı temel sağlık hizmetlerini gerekli eğitim ve beceri ile donanmış sağlık ekipleriyle, entegre bir şekilde sunmayı öngörmektedir.

Ülkemizde temel sağlık hizmetlerinin güçlendirilebilmesi, kaliteli, etkili, verimli ve hakkaniyete uygun şekilde birinci basamak sağlık hizmetlerinin organize edilmesi ve sunumu için, Sağlıkta Dönüşüm Programının hedeflerine ulaşmanın yolu olarak, diğer ülke örnekleri ile ülkemiz koşulları ve ihtiyaçları dikkate alınarak, ülkemize has bir Aile Hekimliği Modeli oluşturulmuştur. Bu kapsamda aile hekimliği uygulamasına ilişkin ilk düzenlemeler yapılarak, 24.11.2004 tarihli ve 25650 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun, 06.07.2005 tarihli ve 25867 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Yönetmelik, 12.08.2005 tarihli ve 25904 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığı’nca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler Ve Sözleşme Şartları Hakkında Yönetmelik ile aile hekimliği uygulamasına ilişkin temel usul ve esaslar belirlenmiştir.

2005 yılında Düzce ilinde pilot uygulama olarak başlatılmış; 2006 yılında 6 il, 2007 yılında 7, 2008 yılında 17 il, 2009 yılında 4, 2010 yılında 46 il olmak üzere hizmet ihtiyacına yönelik il değerlendirmeleri yapılarak 2010 yılı sonu itibari ile ülke genelinde aile hekimliği uygulamasına geçilmiştir.

Ülke genelinde uygulamaya geçilmesi ile birlikte, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve hizmet ihtiyacındaki değişimler dikkate alınarak, hizmet mekânlarının fiziki şartları ve teknik donanımlarının geliştirilmesi, aile hekimliği hizmetlerinin kapsamının nicelik ve niteliğinin arttırılması, aile hekimliği çalışanlarının bilgi, deneyim ve kapasitesinin geliştirilmesi için çalışmalara ağırlık verilmiştir.

Cuma, 29 Kasım 2013 12:10

Neden Aile Hekimliği?

hsgm ah3

Aile hekimi, kendi sorumluluğu altındaki bireyleri bir hastalık çerçevesinde değil, bütüncül bir yaklaşımla riskler, sağlık koşulları, psikososyal çevre ve mevcut diğer akut veya kronik sağlık sorunları ile birlikte bir bütün olarak değerlendirir. Sorumluluğunu üstlendiği kişinin hastalıklardan korunması için gerekli tedbirleri alır. Hastalık halinde bilgi ve tecrübesi çerçevesinde tedaviyi gerçekleştirir. Çözümü uzmanlık veya özel donanım gerektiren sağlık problemlerinde yapacağı danışmanlık hizmetleriyle kişiyi diğer uzman hekimlere, diş hekimlerine veya ikinci- üçüncü basamak sağlık kurumlarına yönlendirerek koordinatör görevi üstlenir. Dolayısıyla aile hekimi kendisine kayıtlı kişilerin aynı zamanda sağlık danışmanı, sağlık konularında onlara yol gösteren ve onların haklarını savunan kişi konumundadır. Bu açıdan aile hekimleri, bireylerin ve hizmet sunucuların zaman kaybına yol açacak yanlış yönlenmeleri, düzensizlikleri ve gereksiz sağlık harcamalarını önleyici etkiye sahiptir. Bu sebeple sağlık harcamalarında israf önlenmekte, ikinci basamakta gereksiz yığılmalar ve hasta mağduriyetleri engellenmektedir.

Aile hekimi, genellikle bireylerinin ikametlerine yakın ve kolay ulaşılabilir konumdadır. Bu durum aile hekiminin hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanıması; aile, çevre ve iş ilişkilerini değerlendirmesine imkân sağlamaktadır. Sağlıklı bireyler ve sağlıklı toplumun temini için temel hizmetler olan koruyucu sağlık hizmetleri ve sağlığın geliştirilmesine yönelik hizmetlerin sorumluluğu altındaki bireylere en etkin şekilde nasıl sunulması gerektiğini değerlendirerek, bireylere en yakın konumda ve en etkin şekilde bu hizmetlerin sunumu söz konusu olmaktadır. 

Aile hekimliği uygulaması, daha nitelikli ve kaliteli hizmet mekânlarında, sürekli mesleki eğitim ile kendini geliştiren ve güncel bilgi ve donanıma sahip sağlık personelleri ile nitelik ve nicelik olarak geliştirilmiş, koruyucu sağlık hizmetleri ve sağlığın geliştirilmesi hizmetlerine odaklı birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunulması için düzenlemeler içermekte olup hem bu hizmetlerden yararlanan bireylerin hem de çalışanların memnuniyetlerini sağlamaktadır.

Cuma, 29 Kasım 2013 12:09

Aile Sağlığı Çalışanı

Aile sağlığı çalışanları, aile hekimi ile birlikte ekip anlayışı içerisinde aile hekimliği hizmetlerini sunmak üzere, sözleşmeli çalıştırılan veya Bakanlıkça görevlendirilen hemşire, ebe, sağlık memuru hsgm ah2(toplum sağlığı) ve acil tıp teknisyenleridir. 

Aile Sağlığı Çalışanları görev ve sorumlulukları kapsamında;

  1. Aile hekimi ile birlikte ekip anlayışı içinde kişiye yönelik koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini sunar ve görevinin gerektirdiği hizmetler ile ilgili sağlık kayıt ve istatistiklerini tutar,
  2. Kişilerin yaşamsal bulgularını ölçer ve kaydeder,
  3. Aile hekiminin gözetiminde, talimatı verilen ilaçları uygular,
  4. Yara bakım hizmetlerini yürütür,
  5. Tıbbi alet, malzeme ve cihazların hizmete hazır bulundurulmasını sağlar,
  6. Poliklinik hizmetlerine yardımcı olur, tıbbi sekreter bulunmadığı hallerde sevk edilen hastaların sevk edildiği kurumla koordinasyonunu sağlar,
  7. Gereken tetkikler için numune alır, eğitimini aldığı basit laboratuvar tetkiklerini yapar veya aldığı numunelerin ilgili laboratuvar tarafından teslim alınmasını sağlar,
  8. Gezici ve yerinde sağlık hizmetleri, sağlığı geliştirici ve koruyucu hizmetler ile ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerini verir, evde bakım hizmetlerinin verilmesinde aile hekimine yardımcı olur,
  9. Bakanlıkça belirlenen hizmet içi eğitimlere katılır,
  • Sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak görev, yetki ve sorumlulukları kapsamında aile hekiminin verdiği diğer görevleri yerine getirir.

Ailehekimliği uygulaması kapsamında Bakanlığımız veya diğer kamu kurum ve kuruluşları personeli olan ebe, hemşire, sağlık memuru(toplum sağlığı) ve acil tıp teknisyenleri, kendilerinin talebi ve kurumlarının muvafakatı ile sözleşmeli aile hekimi ile anlaşarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırması hükümlerine bağlı olmaksızın 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu kapsamında hizmet sözleşmesi imzalamak suretiyle çalıştırılmakta ve sözleşmeleri süresince kadroları ile ilişkileri devam etmektedir. Bu kapsamda aile sağlığı çalışanı olmak isteyen ilgili unvanlardaki personel, hâlihazırda sözleşmeli aile hekimi olarak görev yapan uzman tabip ve tabip ile birlikte hizmet vermek üzere anlaşarak, hizmet sözleşmesi imzalanmak üzere İl Sağlık Müdürlüğüne başvurmaktadır. Bu surette aile sağlığı çalışanı istihdam edilememesi halinde ise Bakanlığımızın önerisi ve Maliye Bakanlığının uygun görüşü ile Bakanlığımızca belirlenen usullere göre, İl Sağlık Müdürlüklerince, Türkiye’de mesleğini icra etmeye yetkili,  güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmak kaydı ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’un 48 inci maddesinin A bendinin 4, 5 ve 7 numaralı alt bentlerindeki şartları taşıyan kamu görevlisi olmayan aile sağlığı çalışanı istihdamı yapılabilmektedir. 

Copyright © 2025 Araklı ASM. Tüm hakları saklıdır. Bilgi İçin: Kadir HAMZAOĞLU